Dünya tarihinde değişik göçler olmuştur.
Kavimler göçüyle tarihte yeni bir başlangıç meydana gelmiştir. Yeni bulunan ülkeler, kıtalar, gücün karşısındaki güçsüzlerin kendilerine rahat edecekleri bir ülke araması gibi göçler devam etmiştir.
Ekonomik, sosyal ve siyasi olaylar karşısında oluşan göçler 21. Yüzyılda özellikle ikinci dünya savaşından sonra, hızla sanayileşmeye çalışan ülkelere yapılan göçler ve ülkeler arasında yapılan iş göçü anlaşmaları bunları takip eder.
Avrupa’da yaşayan Türkleri iki bölümde değerlendirebiliriz.
Birincisi 2. Dünya savaşından önce Avrupa’ya yerleşmiş Doğu Avrupa Türkleridir. Batı Trakya Türkleri, Bulgaristan, Romanya, Makedonya, Kosova, Moldoya ve Macaristan’da yaşayan Türklerin bulundukları konum ve ikinci bölümdeki göçmenlikten yerleşikliğe geçen Türklerin günümüzdeki durumları.
Ikincisi de 1960 yılından sonra Avrupa’ya iş gücü olarak gelen ve yerleşen Türkler. Ekonomik ve siyasi baskılardan dolayı öncelikli olarak, Batı Avrupa’da yaşayan Türklerin konumunu ele alırsak yine karşımıza iki ayrı pencere açılıyor.
Bulgaristan’da ve Batı Trakya’da, Yunanistan’ın baskıları ve yıldırma politikaları neticesinde göç etmek zorunda kalan Türkler.
Ekonomik durumdan dolayı, iş gücü olarak Batı Avrupa’ya gelen Türkler.
1960’lı yıllarda Türkiye’den, başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerine işgücü göçü başlamıştır.
Bu göçlerin en önemlisi de beyin göçüdür, Türkiye’de yetişmiş, eğitimli, konusunda uzmanlaşmış, fakat araştırmasını, ilmini geliştirecek imkanlar bulamayanlar da bu göçün ürünleridir.
Göçebe işçilikten, yerleşikliğe geçen Türkler bulundukları ülkelerde öncelikle göçmen işçi statüsündeydi. Zamanla bu göçmenlik 1970 li yıllarda yerleşikliğe geçince, problemler yaşanmaya başladı.
Öncelikle geldikleri yerlerde eğitim almayan, hatta okuma yazmayı bilmeyen insanların para kazandıkça, bulundukları ülkede yaşama gibi istekleri çoğalınca bulundukları ülkenin insanlarıyla ilk olarak kültür anlaşmazlığı, uyum sağlayamamalarıyla başlayan problemleri onları dışlanmışlığa itmiştir.
Zamanla ailelerin gelmesi ve ikinci üçüncü neslin eğitime önem vermesi, sosyal aktivitelerde bulundukları ülkenin insanıyla kaynaşmaya başlamasıyla uyum tamamen olmasa da sağlanılmaya başlamıştır.
Bulundukları ülkedeki işsizlik ve bazı ekonomik zorluklar yüzünden öncelikle Türk kimliklerinden dolayı ne kadar dışlansalar da, bulundukları ülkenin ekonomisine katkıda sağlamak, iş sahaları açmaları ve siyasi partilerde görev alıp önce milletvekili daha sonra bakanlığa kadar yükselmeleri o ülkenin istemese de bunu kabullenmesini sağlamıştır.
Sosyal alanlarda oldukça ülke insanının gerisinden giden topluma Türkiye Cumhuriyeti devletinin pek katkısı olmasa da, bazı sivil toplum örgütlerinin öncülüğüyle başarı oranları fazla olmamıştır. Sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğu, cemaatçilik, mensubiyetçilik, siyasetçilik adı altında topluma pek faydalı olamamışlardır.
Kişilerin kendi gayretleriyle sağladıkları başarılar toplumun yüz akı olmuştur.
Batı Avrupa Türklerinin nüfusu gittikçe artmakta olduğundan, bulundukları ve hatta Avrupa genelinde rahatsızlıklara neden olmuştur. Azımsanamayacak beş milyona varan Batı Avrupa Türk nüfusuna birde Doğu Avrupa Türklüğünü katacak olursak tahminen on milyona varan bir Türk nüfusuyla karşı karşıya olan Avrupa nın ciddi rahatsızlığını görürüz.
Önceleri vatandaşlığa geçişleri kolay olan Türk vatandaşlarına son zamanlarda doğup büyüdükleri ülkeler vatandaşlık vermemek için her türlü engeli karşılarına çıkartmaktadırlar.
Eğitim, kültür ve sosyal alanda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin son zamanlarda Batı Avrupa Türklerine yardımcı olmaya çalışması yetersiz kalmaktadır.
Eğitim ve kültür alanında Batı Avrupa Türk toplumu bir cemaatin tekeline terkedilmesi gelecekte büyük infiallere neden olacaktır. bu konuda maalesef yetkililer duyarsız kalmakta ve daha da ileri giderek Türk toplumunu cemaatlerin kucağına itmektedir.
Asimilasyon ile entegrasyonun karıştırıldığı ve entegrasyon (uyum) u asimilasyon (benliğinden uzaklaşma) olarak gören cahil sivil toplum örgütleri sayesinde Türkler ile kurumlar arasındaki uyumsuzluğun had safhaya ulaşması karşısında, uyum sağlamış ve bulunduğu ülkede eğitimini tamamlamış, yönetici olmuş Türkler son zamanlarda Türk ve Avrupa medyasında görülmeye başlamıştır.
Batı Avrupa Türklerinin en büyük problemleri başta; işsizlik, eğitim, sosyal alanlarda dışlanmışlık karşısında ciddi sivil toplum örgütlerinin çalışmaları gözden kaçmamaktadır. Eğitimini tamamlamış Türk gençlerinin Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından, tarih ve genel kültür konusunda eğitilerek topluma öncü olarak yetiştirmesi neticesinde, uyumsuzluğun önüne geçilir ve asimilasyon korkusu da yok olur.
Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti devletinin son zamanlarda yaptığı çalışmalar tamamen yetersiz ve ehliyetsiz kişiler tarafından popülist faaliyetler olarak göze batmaktadır.
Türk toplumunu, değişik grup ve cemaatlere mecbur kılan ve birliği bozup bölücülük yapan unsurlar sayesinde Batı Avrupa Türlüğü bir gelişme gösterememektedir.
Başta Türkiye Cumhuriyeti Devletinin konusunda uzman sosyolog, psikolog, eğitimcileriyle oluşturulacak bir uyum ve eğitim merkezleri oluşturulur ve topluma doğru bilgiler verilir ve yönlendirilirse problemlerin bir kısmı aşılmış olur.
Sivil toplum örgütlerinin, cahil, hemşehricilik mantığından çıkartılıp, eğitimli ve toplum ile iyi diyaloğ içinde olan ve topluma faydalı olacağına inanılan kişiler tarafından yönetilmesi Türk toplumunun uyum problemlerine tercüman olurlar.
Batı Avrupa Türk gençliğine önem verilir, eğitim ve işlerinde uzman yardımlarının yanında desteklenmesi. Başarılı öğrencilerin, sanatçıların desteklenerek tanıtılması ayrı bir kazanç olacaktır.
Batı Avrupa Türkleri; evinde Türk kültürünü, sokakta bulundukları ülkenin kanunlarına uyan, o ülkenin vatandaşları gibi yaşadığı sürece ne kimliğinden uzaklaşır, ne de bulunduğu ülkeye aykırı birisi olur.
Yeter ki yeni nesile güvenelim.
AHMET AYTAÇ
Avrupa Türk Derneği Başkanı
Antwerpen-Belçika