Bakır işleme sanatkârı Erol Keskinkılıç ile Ankara’da açtığı “Taştan Toprağa, Topraktan Sanata” serlevhalı sergisi özelinde cemiyetimizde unutulup gitmekte olan sanatına dair hasbıhal ettik
İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni – Kültür Servisi
Geleneksel bakır el sanatlarımıza, son yüzyılda “bakır el işlemeciliği” adıyla yeni bir el sanatı daha eklenmiştir. Ülkemizde Erzincan Bakır El İşlemeciliği olarak anılan bu sanat kolu ile bakıra şekil veren ustaların elinden çıkan tabak, kâse, kahve takımı, semaver, vazo ve tepsiler bu sanat dalı ile daha da güzelleştirilir olmuştur.
Bakır işleme sanatı, toprağa, bakıra, sanat ve estetiğe gönül vermiş birkaç hâl insanının ellerinin ucunda var olma mücadelesi veriyor… Bakır işleme sanatkârı Erol Keskinkılıç ile Ankara’da açtığı “Taştan Toprağa, Topraktan Sanata” serlevhalı sergisi özelinde cemiyetimizde unutulup gitmekte olan sanatına dair hasbıhal ettik.
İbrahim Ethem Gören: Erol Bey; sizi tanıyabilir miyiz?
Erol Keskinkılıç: 1971 yılında Ankara’da doğdum. 6 çocuklu bir ailenin ferdiyim. Merhum babam devlet memuru idi. Ama öyle böyle bir baba değil! “Ceketimi satar yine çocuklarımı okuturum” diyenlerdendi. Ceketini satmadı elbette bizleri okutup yetiştirmek için; rahmetli babam memuriyetinin yanı sıra hafta sonu ve izinlerinde hiç boş durmaz, taş duvar ustalığı yapardı. Elde ettiği bu ek gelir ile şükürler olsun, hepimizi gücünün yettiği ölçüde yetiştirmeye gayret etti. Allah, O’ndan ebeden razı olsun. 1985 yılında ortaokuldan sonra Polis Koleji’ne, 1989 yılında da Polis Akademisi’ne girdim. 1993 yılında da Komiser Yardımcısı olarak Akademi’den mezun olarak Emniyet Genel Müdürlüğü emrinde göreve başladım. Halen Malatya Polis Meslek Yüksekokulu’nda 3.Sınıf Emniyet Müdürü olarak görev yapmaktayım. Evli ve 2 çocuk babasıyım.
Genel manada sanatla; özelde de geleneksel sanatlarla irtibatınız nasıl başladı?
Genel manada sanatla olan irtibatım ağabeyimin resimle olan ilgisini taklitle başladı. Ama bu soruya en doğru cevap rahmetli babamın ustalığının bana kazandırdığı disiplin ve intizam desem daha doğru olur. “Taş duvar ustasından sanat nasıl kapılır” demeyin, taşları çekiçle öyle güzel yontardı ki; sanırsınız o taş, o duvar için yaratılmış. Çok titiz bir insandı. Beğenmediği hiçbir taşı duvarına koymaz, köşelerini yontup hazırladığı taş yerini buluncaya kadar kenarda beklerdi. Eğer buna “sanat” diyecek olursak “Babama çıraklık yaptığım zamanlarda ondan gördüklerim bu günlerimi şekillendirdi” desem yeridir.
Öğrencilik dönemimde resim yaptım. Yağlı boya resim yapmayı çok severdim. Ankara’da Kocatepe Camii’nin inşaası, öğrencilik yıllarıma denk gelir. İnşaat halindeyken camii gezmiştim. Kocatepe Camii’nin tezyinatı tam o sırada yapılmakta idi. Kalem işi süslemelerini yapan ustaları saatlerce izlemiştim. Beni büyüleyen bu izlemenin ardından elime fırça alıp evde odamızın tavanını Selçuklu geçmeleriyle boyamıştım. Çocukluk işte; öyle mutlu olmuştum ki, işte bu benim mesleğim olmalıydı deyip, bu sanatı kimden nasıl öğrenirim diye çok araştırdım Ankara’da; ancak, bahsettiğim yıllar itibariyle kimseyi bulamamıştım.
Polis Koleji son sınıf öğrencisi olduğum dönemde birkaç arkadaşımla birlikte Resim ve El Sanatları Eğitsel Kol faaliyeti başlattık. Ancak hepimiz resim yapıyorduk. El sanatları ile meşgul kimse yoktu aramızda. Okulumuzun maketini yapmaya karar verdik. Maket yapımının inceliklerini görmek için Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi’ni ziyarete gittik. Kısa bir eğitimin ardından ölçekli olarak maketi 4 ayda tamamladık. Atölyemizde çalışırken edebiyat öğretmenimiz merhum Rıfkı Kaymaz ziyaret etti atölyemizi. Bizi görünce “Bu çocuklar ilgili, isterlerse bakır işleme öğreteyim ben de’” dedi ve başladı sanat yolculuğumuz. Uzun yıllar hocamın dizinin dibinde desen, tasarım ve işleme dersleri aldım. Başlangıçta öyle zorlandım ki çok levha deldim, çokça elimi yaraladım. Ama öyle bir duygu idi ki, kalem her elime battığında bantla sarıp devam ediyordum. Hiç unutamam o güzel günleri.
Bakır işleme sanatıyla meşgul oluyorsunuz. Bakır işleme sanatı deyince ne anlamamız gerekiyor?
Bakırın tarihi çok eskilere dayanır. Yüzyıllar öncesinde bulunan bakır madeni insanoğlunun elinde şekillenmiş, ihtiyaçları için kullanılmıştır.
Yüzyıllar boyunca çekiçle dövülerek şekillendirilen bakır, kimi ustaların elinde bakır eşya, kimi ustaların elinde sanat eseri haline gelmiştir.
Anadolu medeniyetlerinde bakırın tartışmasız önemli bir yeri vardır. Köy evlerinde bakır kazanlarda çamaşırlar kaynatılır, salçalar, reçeller, keşkekler yapılır, bakraçlarda sütler yoğurda dönüşür. Ocaklarda kalaylanmış kaplarda bin bir çeşit leziz yemekler pişirilir. Camilerin kubbesinde, minarelerin şerefesinde, bin bir yerde çıkar tüm güzelliği ile karşımıza bakır.
SANAT GÖZLE KALP ARASINDADIR
Bakır geçmiş yaşamımızda çeyizdir, ziynettir. Bakırcılık deyince, bugün Erzincan ve Gaziantep başta gelmek üzere pek çok ilimizde önemli bir sanat dalı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bakır ne zamandan beri sanat derseniz; bu sorunun cevabı olduğunu sanmıyorum. Çünkü sanat, göz ve kalp arasındadır. Gözün gördüğü kalbe hoş geliyorsa sanattır ve insanoğlu güzel görmek için günlük kullanımındaki eşyasını da süslemiştir, duvarlarını da süslemiştir. Yoksa bir hamam tasının süslenmesini sanatsal bakış arzusu dışında izah etmek mümkün değildir.
İşte bakır eşyalar süslenmiş, o eşyalar da hayatımızı süslemiştir. Sanat, güzeli güzelleştirme biçimidir, kanaatimce.
Sanatınızın tarihi, ustaları, medeniyet dünyamızda bıraktığı izler hakkında bilgi verir misiniz?
Geleneksel bakır el sanatlarımıza, son yüzyılda “bakır el işlemeciliği” adıyla yeni bir el sanatı daha eklenmiştir. Ülkemizde Erzincan Bakır El İşlemeciliği olarak anılan bu sanat kolu ile bakıra şekil veren ustaların elinden çıkan tabak, kâse, kahve takımı, semaver, vazo ve tepsiler bu sanat dalı ile daha da güzelleştirilir olmuştur. Sadeleri eşya iken; işlenmişi çeyiz olmuş, miras metaı olmuştur. “Babaannemden kalan bakırlar’” cümlesi pek çoğumuza aşina ifadelerdir. Anadolu’da bir gelinin getirdiği eşyalar arasında; işlenmiş bir hamam tası, işlenmiş bir çay kahve takımı ya da eşiyle birlikte keyifle yudumlayacağı çayı kaynatacağı semaveri ziynet saymaz mıyız?
Özellikle 1960’lı yıllarda en canlı dönemini yaşamıştır Bakır El İşlemeciliği. Yüzlerce atölyede binlerce usta bu meslekten evlerinin geçimini sağlamış, Erzincan’a gelenler hatıra eserlerle dönmüşlerdir memleketlerine. Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki; günümüzde makineleşmeye yenik düşen bu sanat dalı daha az atölyede, neredeyse tükenmek üzere olan az sayıda usta ile varlığını sürdürmektedir.
Bildiğim kadarıyla Türkiye’de bu işin ustası, taşıyıcısı, duayeni merhum Rıfkı Kaymaz… Az önce Rıfkı Bey Merhum’a teşrik-i mesainizin başlangıcına atıfta bulundunuz. Rıfkı Hoca ile ne kadar çalıştınız? Rıfkı Hoca’dan ne/neler öğrendiniz?
Evet, doğru ifade ettiniz. Bu sanatımın yegâne ustası, duayeni, merhum ustam Rıfkı Kaymaz’dır. Üstad bu sanatı memuriyetinin yanı sıra icra ederdi.
Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olan ustam şair, yazar ve aynı zamanda sanatkâr idi. Ustamdan ne/neler öğrendiniz diye soruyorsunuz! Neler öğrenmedim ki! Çok özel bir insandı. Çok naif, çok hisli, pek nazik bir insandı. Yüksek tonda sesini hiç işitmedim doğrusu. Ne sınıfta edebiyat dersi verirken ne de dizinin dibinde sanat öğrenirken… Erzincan Valiliği Tahrirat Kâtibi Salih Kaymaz’ın oğlu, Selimağalar’dan Sıddık Efendi’nin torunuydu hocam. Devlet terbiyesi içinde büyümüş gönül insanı, şair ve sanatkârdı… Nasıl bağırarak konuşabilirdi ki! Ben işitmedim 21 yıl boyunca.
HOCAM GÜZEL ADAMDI VESSELAM…
Hocanızın sair ahlaki vasıflarından söz eder misiniz?
Hoş görüle; insanların birbirleriyle bağırarak konuştuğu, dertlerini ya da meramlarını haykırarak anlattıkları günümüzde, muhatabımızın zihnimizde bıraktığı yeri düşününce; Hocamın naif ses tonu kulağımda kalan bir musiki âdeta… Hiç kimsenin arkasından konuştuğuna şahit olmadım mesela. Güzel konuşur, güzeli konuşur, güzel bakardı. Güzel giyinir, güzeli anlatırdı. Güzel adamdı vesselam. Babamdan sonra örnek aldığım, benzemeye çalıştığım yegâne insan, hocam, ustam, üstadım… Kendisini tanıdığım günden vefatına kadar geçen 21 yıl boyunca pek çok kere eskilerin deyimiyle rahle-i tedrisine nail olmakla müşerrefim.
Hocanızın içinde bulunduğu sanat ortamını nasıl tarif edersiniz?
Günümüzde sanat ve sanatla meşgul olan insanlar çok şanslı. Gerek sanatı ve sanatçıyı desteklemesi gereken kurumlar, gerekse yerel yönetimler eskiye göre pek güzel imkânlar sunmakta, mekânlar sağlamakta… Ancak o dönemde ekonomik durumu iyi olan ustaların dışında bir atölyeye sahip sanatkâr sayısı çok azdı. Hocamın da bir atölyesi ve mekânı yoktu. Evinde misafir eder ve derslerimizi hem atölyesi hem saadethanesi olan evinde verirdi. Gelenekli sanatlarımızdan tezhip ile meşgul olan eşi Emel Kaymaz hanımefendinin de hoşgörüsü ile evinde ders tekrarları yapardık. Hem evlerine misafir olur hem de meşkimizi tamamlardık.
BENDEN DAHA BAHTLI TALEBE VAR MI?
Düşünsenize benden daha bahtlı bir talebe var mı? Sanatını devam ettireceği umuduyla meşke çağırdığı talebesine evin hanımı pastalar, çaylar ikram ediyor, aman vazgeçmesin diye iltifatlarla meşke devamı sağlanıyor. Bunu neden anlattım? Çünkü üstadımın en büyük hicabı sanatını devam ettirecek bir talebe bırakamamış olmaktı. Tabiri caiz ise umut gördüğü bana sarılmış, bırakmak istemiyordu. Bana kalsa belki ben de bir hobi olarak bir dönem bu sanatla uğraşmış biri olarak kalacaktım belki, ama şükürler olsun o beni bırakmadı. Zira meslek hayatıma başladıktan sonra bir süre uzak kaldığım bu sanattan beni koparmadığı için kendisine minnetimi bir kez daha ifade etmek isterim.
Ustanız sergi açmış mı?
30’dan fazla kişisel sergi açan ustamın ilk sergisi 1971 yılına; doğduğum yıla tarihlenir. Benimse ilk sergim 2011 yılında 40 yaşımda, sanatla iştigalimin 22. yılındadır.
ÖVÜNECEYİN YEGÂNE ŞEY BÜYÜK USTAYA ÇIRAK OLMAKTIR
Sizin sergi serencamınız nasıl ilerliyor?
İlk sergimizin hatırasını paylaşmak isterim. Hocamın son sergisi Ankara’da Mustafa Necati Kültür Evi’nde düzenlenmişti. Sergiyi gezmekte olan emekli bir bürokratın edep dışı sözlerle merhumu incittiği gün başladı süreç. “Ya hoca ölmeden şu sanatı kimseye öğretmedin!” sözleriyle salon başımıza yıkıldı. Baktım, hocamın dudakları titredi ama edep insanı, kendine yakışan üslupla cevapladı densizliği. Gözlerindeki üzüntü hâlâ gözlerimin önünde. Bakındı etrafına, anladım ki beni arıyordu. Kısık bir sesle “hocam buradayım.” Dediğimde ışıldadı gözleri, “Gel Erol!’” dedi ve tuttu elimden, “İşte benim talebem’’ dedi, gururlanarak ve ekledi: “Hem de emniyet müdürü…” Bence gururlanacak bir şey değildi ne sıfata haiz olduğum, lakin o cevap vermeliydi bu densizliğe karşı, evladıyla övünür gibiydi işte… Benimse övüneceğim yegâna şey Büyük Usta’ya çırak olmaktı. Sıktı elimi ve eğildi, kulağıma fısıldadı “Bir sonraki sergiyi birlikte açacağız” emirdi bu söz, benim için. Başladık yoğun bir mesai ile çalışmaya. Bir miktar eser ürettikten sonra davet ettim “Hocam bir baksanız’” diye. Geldiler, baktılar… Beğenilerini ifade ettiler. Bir talebenin ustasından duyabileceği en güzel iltifatların ardından “Şimdi bir sergi salonu bakmak lazım’” deyip yanımdan ayrıldılar. Hocamı, bu muhaverenin üzerinden 10 gün sonra geçirdiği kalp krizi neticesi Hakk’a yürüdü. Bir başıma kalakalmıştım orta yerde. Aylarca hiç kalemi elime alamadım. Bir bayram günü Emel Anne’yi ziyarete gittiğimizde bahsi açıldı, az arz ettiğim hatırayı kendileriyle paylaşınca “E oğlum sen de hocanın anısına bir sergi açsan ya” dediklerinde heyecanla “Olur mu ki?’” dedim. “Çok da güzel olur” dediler. Tekrar sıvadık kolları, “Bismillah” deyip başladık çalışmaya. Emel Anne’yi ziyaret ettiğimiz bayram gününün üzerinden bir yıl kadar geçince 2011 yılının Ocak ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla Resim Heykel Müzesi‘nde “Rıfkı Kaymaz Anısına Bakır İşleme Sergisi”ni kısmet oldu. Sanatseverleri ve Rıfkı Kaymaz dostlarını buluşturan bu sergi ile tabiri caiz ise görücüye çıkmış oldum. Bayram gibi bir gün idi hiç unutamıyorum. Merhum hocam gibi ben de ilgili kimi bulduysam sanatımı öğretmeye çalıştım. Ama sanırım hocamla aynı kaderi yaşıyorum, istidatlı bir talebem olmadı maalesef. Şimdi yıllar önce yaşadığım heyecanı yaşatan bir talebem var şükür. Ümidim o ki bende de kalmayacak emanet inşallah. Siz Hocamı sordunuz, ne/neler öğrendiğimi sordunuz; bıraksanız saatlerce konuşurum hakkında.
SANATIMIZ “BAKIR EL İŞLEMECİLİĞİ”DİR.
Sanatınızı icra ederken hangi malzemeleri, aletleri kullanıyorsunuz? Bakırın dışında, altın, gümüş gibi materyallere de ihtiyaç duyuluyor mu?
Sanatımız “bakır el işlemeciliği” olarak anılır. Özünde yumuşak ve ışığı yüksek olan bakır metalinin oyulmasıdır tekniğimiz. Metali oyacak olan aletin de ondan daha sert bir metal olması gerekir doğal olarak. “El teklisi” adı verilen çelik kalemler kullanırız. Ahşap oymada kullanılan kalemlere benzer, uçları ters açılmış, sert çelikten mamul uçlarla kuvvet uygulayarak bakır kendine özgü hareketlerle oyulur. Kısmen gümüş kaplama yapılarak bakır ve gümüş renkleri birlikte sunulur. Sanatımızın özü metalin oyulması dedim ya; alüminyum, pirinç gibi metaller de kullanıyorum. Elbette altın ve gümüş levhalara da sanatımız uygulanabilir. Hiç çalışmadım altın ve gümüşe, belki ileride imkân bulursak o da olabilir.
Atölyeniz var mı? Bahsettiğiniz el teklisini nereden temin ediyorsunuz?
Kullandığımız kalemleri kendimiz yapıyoruz. Zorluklarımızdan biri de bu maalesef. Saplarını tornada çektirip çelik çubukların uçlarını taşlayıp suyunu vererek çelikledikten sonra kullanıma hazır hale getiriyoruz. İşlediğimiz meta metal, aletleriniz de metal olunca neticede kırpıkları da metal! Dolayısıyla çalışmak için bir atölye zaruret. Ancak ben de hocam gibi evde çalışıyorum. Benim de bahtiyarlığım o ki eşim de sanatla meşgul biri. O sebeple tahammülü yüksek. Eşim Şerife Hanım de ebru ile meşgul. Birbirimizi destekleyerek devam ediyoruz neticede.
Bakır işlemede sanatla zanaat birbirinden nasıl ayrılabilir?
Bir süre önce okuduğum bir köşe yazısı geldi aklıma. ‘Sanat eseri mi zanaat eseri mi?” diye bir başlık atmıştı yazının sahibi. Böyle bir yazı tabii ki çok yorumlandı, sosyal paylaşım sitelerinde çokça tartışıldı. Böyle bir konuda söyleyeceklerimin kimseyi kırmasını istemem ama kıymetli Üstad Alparslan Babaoğlu’nun ifadesiyle “Aşkla yapılıyorsa sanattır” diyerek cevaplamış olayım bu sorunuzu müsaadenizle. Kanaatim o ki bakır işleme ürününü elinize aldığınızda da göz ve kalp arasında bir iletişim olmuşsa o kendini size sevdirir ve böylelikle o eserin sanat ürünü olup olmadığına karar verirsiniz.
Bir esere “sanat eseri” denmesi için hangi hususiyetleri haiz olması gerekir?
Bence bir eserin sanat eseri olabilmesi, onun üreticisinin gönlünü vermesi, mesai harcaması, geleneğine uygun olarak sadakat ile icra edilip edilmediğine bağlıdır.
EL ÜRÜNÜ DEMEK GÖNÜL ÜRÜNÜ DEMEK
Malum, teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor. Bilgiye ulaşmada sağladığı fayda tartışılmaz. Ama bu ne ciltler dolusu kitabın kıymetini azaltır ne de teknolojiden uzak kalmanın yeri vardır. Hepsi yerinde güzel kısacası… Ama teknolojinin, makineleşmenin neticesi her zaman aynı değildir. Sanatta makineleşme, icra edilen işi, “sanat” değil “meslek” olarak değerlendirmemize neden olmakta, ortaya çıkan ürün ise market raflarında yerini bulmakta, aynısından pek çok kopya ile kıymetini kaybeden, alınıp satılan ticari meta haline getirmekte… El ürünü demek, gönül ürünü demek aynı zamanda. Hani derler ya ‘’bir yazıyı ne kadar sürede yazarsanız ona o kadar çok bakılır’’ işlemede de aynı. Günlerce göz ve gönül nuru dökülen el emeği ürünü makine ürünü ile kıyaslayamazsınız bile. Bir bakır işleme ürününün sanat eseri olabilmesi için ustasının özgün tarzını ihtiva etmesi gerekir. Yan yana koyduğumuzda ötekinden ayırırsınız zaten.
Türkiye’de bu sanata gönül veren kaç kişi var?
Türkiye’de bu sanata gönül verenlerin sayısı maalesef günbegün azalmakta, atölyelerde maalesef yeni ustalar yetişmemekte… Bu gidiş beni çok üzüyor. “Bir elin parmakları kadar usta kaldı” desem yeridir.
Bunun sebebi nedir sizce?
Pek çok nedeni var elbette ama en başta sanat ve hobi olarak icra edilmesi ekonomik açıdan zor. Malzemesi pahalı ve ciddi bir mekâna ihtiyaç var. Son yıllarda sosyal destek projeleriyle desteklenmekte, ancak yeterli olduğunu söylemek zor.
BAKIR İŞMESE SANITINDA KURUMSAL DESTEKLERE İHTİYAÇ VAR
Sanatınızın unutulup gitmemesi için neler yapıyorsunuz?
Sanatımızın unutulmaması adına tek başıma ne yapabilirim ki. Ancak var gücümle hiçbir destek almadan gayret ediyorum yine de. Şimdiye kadar 3’ü yurt dışında; 7’si ülkemizde olmak üzere 10 etkinlik içerisinde oldum. İmkanım elverdiğince üretip sergiler açarak insanımızın beğenisine sunmaya çabalıyorum. Ancak sanatımızın devam etmesi bu küçük ve bireysel çabalarla mümkün olamaz. Kurumsal desteklere ihtiyaç var.
Bakır üzerine Osmanlı, Selçuklu motiflerini ve hat sanatını uyguluyorsunuz? Hat, tezhip ve desen bilgisi alanında ders aldınız mı?
Hüsn-i hat, güzel yazı sanatıdır. İcra edene hattat deriz, nakşedene nakkaş, tezhip sanatını icra edene müzehhip/müzehhibe deriz ya; maden, ağaç, taş üzerine elle yazı ya da şekil oyma işine hakk, bu işi yapana da hakkâk denir. Bakır üzerine yaptığımız işlem çelik uçlu kalemlerle oyma işlemidir. Bu sanatı icra edenler özgün desen ve tasarımlar uygulayabileceği gibi; geleneksel desen ve motifleri ve hüsn-i hat sanatının örneklerini de uygulayabilirler.
Siz uygulamada neleri tercih ediyorsunuz?
Ben gelenekli sanatlarımızın uygulanmasını daha sıcak buluyorum. Ebrucular nasıl akkâse ve kaaatı tekniği ile hüsn-i hat sanatından örneklerle ebruyu güzelleştiriyor, ahşap oyma yapanlar da aynı usul ile hakladıkları tahtayı sanat eserine dönüştürüyor ise ben de İsm-i Azam’ı, İsm-i Nebi‘yi, Lafzatullah’ı ve Lafz-ı Nebi’yi bakır üzerine işlemeyi sanatımın güzelleşmesi vesilesi sayarak Hüsn-i Hat sanatının güzel örneklerini üstadlarının müsaadesini alarak işlemeye çalışıyorum.
YAZIYA SADAKAT NOKTASINDA VAR KUVVETİMİ ORTAYA KOYUYORUM
Hem merhum ustamdan hem de bir vesile ile Malatya’da İslam Kaya Hocamdan aldığım kısa derslerle hüsn-i hat sanatını aslına olabildiğince sadık kalarak uygulamaya gayret ediyorum. Elbette kalemden çıktığı gibi yazmak/uygulamak mümkün değil. Ancak yazıya sadakat noktasında var kuvvetimi ortaya koyma çalışıyorum. Osmanlı ve Selçuklu dünya üzerinde yaşamış en büyük medeniyetlerdendir. Her alanda olduğu gibi sanatında zirvesinde eserler ortaya konulmuştur her iki dönemde de. Bizim yaptıklarımız ise bu muhteşem medeniyetin örnekleriyle avuntu sadece. İlmi anlamda hat dersleri almadım ancak sürekli araştırıp öğrenmeye gayret ediyorum. Şükür bu konuda geniş bir kütüphane ve arşivim oluştu…
Bakır işleme sanatı size lisan-ı haliyle ne söylüyor?
Sanat, deyince en büyük ve Yüce Sanatkârı, Allah’ı hatırlamak gerektiğini düşünüyorum. Yeryüzünde var olan her şey O’nun ürünüdür. Hiç Yarattıkları içerisinde kopya ürün yoktur. Birbirinden mükemmel, birbirine hiç benzemeyen âlemler içerisinde sanatın en güzelini görürüz. Biz kullarının yaptığı ancak bu yüce sanatın minik yansımalarıdır. Bir bakır işleme eserine baktığınızda; düşününce onun bir zamanlar taş, toprak olduğunu, yüzlerce adımdan sonra bir tablo içerisinde karşınıza çıkanın aslında Lisan-ı haliyle Allah’ı hatırlattığını görürsünüz. Naçizane olarak sanata böyle bakıyorum.
SERGİ SANATÇININ BAYRAMIDIR
7-13 Nisan tarihlerinde Ankara’da Taştan Toprağa Topraktan Sanata isimli bir sergi düzenlediniz. Serginiz, hazırlık süreci ve eserler hakkında bilgi verir misiniz?
Sergi her sanatçının bayramıdır. Sergi, kapalı kapılar ardında geçen zorlu hazırlık sürecinden sonra sizi sanatseverlerle buluşturur. Sergilerde beğeni ve eleştirileri dinlersiniz. Beğenilerle gururlanır, eleştirilerle hata ve kusurlarınızı öğrenirsiniz.Sergiler neticede daha güzelini yapmaya vesile olacak olan özel zamanlardır.
Yaklaşık olarak 4 yıllık bir çalışmanın ürünü olan eserlerimizle “Taştan Toprağa, Topraktan Sanata” isimli bir sergi ile çıktık sanatseverlerin huzuruna.
Ankaralıların, sanatseverlerin serginize teveccühü nasıl odu?
Memuriyetimin yanı sıra istirahat zamanlarımı değerlendirerek meşakkatli ancak keyifli bir sürecin ardından gerçekleşen sergimizi Ankaralılar severek gezdiler. Sadece Ankaralılar değil, sağ olsun sanatımı takip eden pek çok sanatsever ve geleneksel sanatlarla ilgili pek çok usta Türkiye’nin dört bir tarafından Ankara’ya gelerek ziyaretleriyle bizi onurlandırdılar. Sanatseverlerin yakından tanıdığı büyük ustaların öğrencileriyle birlikte ziyaretlerine ayrıca müteşekkirim. Küçük bir kusurumuz sergimizi yeterince duyuramamış olmamızdı. Dilerim bundan sonra daha çok kimseye ulaşırız.
Sanatınıza dair okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Son olarak eklemek isterim ki; şu sanatlı dünyada, ister izleyici, ister icracı olarak herkes mutlaka sanatın içinde olmalı, kalbini, ruhunu sanatla cilalamalı.”Zaman bulamıyorum” diyenlere tek cevabım olur! Ben zaman bulduysam siz de bulursunuz. Sadece zamanı doğru kullanalım yeter. Bakır işleme sanatı konusunda ise; gelin torunlarımıza miras olarak bırakacağımızı birer bakır eser sahibi olalım. Kızlarımızın çeyizinde yeniden yer alsın bakır. Bakırın ışıltısıyla şenlensin evlerimiz.