İSMAİL CENGİZ
Şu bir gerçek ki, “Türk Dünyası, çok büyük bir coğrafyayı ifade eder. Ortak soy, ortak dil, ortak din, ortak tarih, ortak kültür ve benzeri diğer ortak değerler, hep birlikte, bu coğrafyanın sınırlarını çizer.
Türk Dünyası dediğimiz olgunun temelinde, tarihin süzgecinden geçerken; kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde hareket ediş, kendini bir bütünün ayrılmaz parçası olarak görüş vardır. Farklı etnik kökenden gelse, farklı bir dili konuşsa, farklı bir dine mensup olsa da, ortaklaşa olarak paylaşılan, aynı bir bütüne ait olma – kendini o bütünün bir parçası olarak görme – duygusu söz konusudur.”
“Teorik açıdan bakıldığında etnik köken elbette ki, temel belirleyicidir. Ancak, pratiğe –yani tarihe- dönülüp bakıldığında Türk Dünyasının sadece etnik temelli olarak görülmediği; bu öğeyi de ihtiva eden, daha geniş bir içeriğe sahip olduğu gerçeği ile karşılaşılır. Esasen; eğer kaynaklar kıt ve uluslar arası ilişkiler de özde bir kıt kaynak mücadelesi ise, Türk Dünyasının bu geniş içerikte ele alınması, milli menfaatler açısından, daha faydacı ve daha doğru bir yaklaşım olacaktır.”
Prof. Dr. Osman Metin Öztürk’ün yukarıdaki paragraftaki yorumundan; Türk Dünyasının hayat sahasının üç kıtada, aşağı yukarı 19 milyon km2’lik bir coğrafyayı oluşturduğu gerçeği ortaya çıkar.
***
Ayrıca altını çizerek şu hususu dikkatlerinize sunmak istiyorum: İçinde bulunduğumuz Edirne’den Ardahan’a kadar uzanan vatan parçası Türkiye her bakımdan kuşatılmış durumda olup ülke bütünlüğümüz, güvenliğimiz ve geleceğimiz ciddi bir tehdit altındadır. “Tehdit” kelimesini biraz daha yumuşatmak gerekirse, Türkiye’nin sırat köprüsü misali çok ciddi bir geçiş süreci yaşadığını bilmemiz ve gelişen olayları da buna göre yorumlamamız gerekir.
Stratejik bakımdan çok önemli bir coğrafi konuma sahip olan Türkiye’nin bir başka önemli özelliği ise dünya üzerindeki Türk Devlet ve Topluluklarının her bakımdan “sigortası” konumunda olmasıdır. Bir başka önemli nokta ise “değerler” ve “gelenekler”le birlikte yaşatılan “demokratik ve modern İslam” anlayışının tek temsilcisi yine Türkiye’dir.
İşte bu üç temel özelliklerinden dolayıdır ki, ülkemiz tarihin her döneminde uluslararası güçlerin özel ilgisine maruz kalmıştır.
Atatürk’ün emanet ettiği “milli politikalar”ın zaman içerisinde maalesef rafa kaldırılmasından sonra ortaya çıkan “teslimiyetçi politikalar” veya “nemelazımcı siyaset anlayışı” nedeniyle, içinde bulunduğumuz coğrafyamız sürekli “kuşatılma” altında tutulmuştur. Ülkemiz ekonomiden siyasete hemen her alanda pasifize edilmek istenmiş ve bunda da maalesef başarılı olunmuştur.
“Kuşatılmak”tan kastedilen askeri bir kuşatma değildir. Ama bundan da tehlikeli olan “beyin kuşatması “ operasyonu hızlı bir şekilde gözlerimizin önünde uygulanmaktadır.
Son beş yıla girdiğimizde “komşularla sıfır sorun” anlayışına bağlı yürütülmek istenen dış politika stratejisi sebepleri ne olursa olsun başarılı olmamıştır. Mısır, Libya, Tunus gibi Osmanlı yadigarı ülkelerde de çıkan iç karışıklıklar, ummadığımız hadiseler Türkiye’nin İslam Dünyası’na yönelik dış siyasetine ciddi darbe vurmuştur. Yakın komşular ve Ortadoğu (Arap Dünyası)’da sürekli yenilenen kargaşalardan dolayı başını kaldıramayan “Ankara”, maalesef Özel sonrası Türk Dünyası’nı askıya almış, Makedonya, Kosova ve Bosna-Hersek’e verilen desteğin onda biri dahi Türk Devlet ve Topluluklarından esirgemiştir. Makedonya’ya verilen desteğin onda biri Nahçıvan’a verilmemiştir. Afrika’ya dahi maddi yardımda bulunan TİKA kurumu her nedense Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı tarihi Kerkük ve çevresindeki soydaşlarımıza yönelik ciddi bir desteği görülmemektedir. Hiç değilse oradaki tarihi Türk anıt eserleri, Kerkük Kalesi, tarihi Türk mezarlıkları koruma altına alınarak restore edilebilirdi…
Yıllardır “ileri karakol vazifesi görüyorlar” diye ülkemize gelmelerine izin vermediğimiz, kendi kaderlerine terk ettiğimiz Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar’daki soydaşlarımız “Ankara”nın ilgisizliğine rağmen milli kimlik ve varlıklarını sürdürme gayreti içinde bulunmaktadırlar.
***
Güçlü bir siyasi organizmanın üç temel şartı olduğu söylenir: Genişlik… Dışarıda hareket serbestisi… İçeride birlik ve beraberlik…
“Genişlik”ten kasıt, coğrafi alandır. Türkiye; Adriyatik’den Çin Seddi’ne kadar uzanan geniş coğrafyada söz sahibi, pay sahibi ülkelerin başında yer almaktadır.
“Hareket Serbestisi” bakımından da Türkiye; bir ayağı Avrupa’da, bir ayağı Asya’da, bir kolu Ortadoğu’da olmak gibi avantajlı bir konuma sahip olan ender birkaç ülkeden biridir.
“İçeride birlik ve beraberlik” ise her bakımdan her sahada mevcuttur. Folklorumuz, Dilimiz, İnançlarımız, Nevruzumuz, Kaşgarlı Mahmudumuz, Yusuf Has Hacibimiz, Fuzulimiz bu birlik ve beraberliğin en önemli kanıtlarıdır.
Velhasıl “dünya devleti bir ülke” veya “bölgesinde lider ülke” olmamamız için hiçbir neden yoktur.
Sıkıntı aslında devletin temelinde var olan ve 5000 yıllık maziye sahip olan “örtülü milli siyaset”in uygulanmasında yaşanan zorluklardır…
Atatürk’ün ölümünden sonra örtülü milli siyasetin büyük ölçüde siyasal iktidarların tercihlerine bırakılmış olması, sahip olduğumuz hayat sahasında Türkiye’nin olması gereken mevkiye gelmesini engelleyen en önemli etkendir.
İşte Türkiye’nin farkına varamadığı hazinenin sırrını çözen ABD, “Ankara”nın dolduramadığı boşluğu doldurmaya başlamıştır.
Ancak hiçbir şey için geç kalınmış değildir.
Yeter ki, milli iradenin hakim olduğu ulusal politikalar üretilebilsin…
Yeter ki, “buralı iken oralı gibi” konuşmaktan vazgeçelim…
Yeter ki içimizdeki virüsleri, fareleri temizleyebilelim…
Yeter ki kendi evimize, kendi değerlerimize, kendi çıkarlarımıza, kendi insanlarımıza sahip çıkmayı bilelim….
Yeter ki, kiminle ne zaman, nereye kadar neden ve nasıl işbirliği yapabileceğimizi bilelim ve buna göre de örtülü milli siyasetimizi uygulayalım…
Birlik ve beraberliğimizi tehdit eden İçimizdeki virüsleri, değerlerimizi kemiren fareleri temizlediğimizde; genişliğimizi oluşturan coğrafi alanımız üzerindeki her Türk’ün derdine sahip çıktığımızda; dışarıda tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi mazlum ve mağdur milletlerin dertlerine derman olduğumuzda işte o zaman sözü dinlenir saygın bir ülke oluruz…
Sözün özü; bu geniş coğrafya üzerinde serbestçe hareket edilmek isteniyorsa… iktisadi kaynaklarımız ve çıkarlarımız korunmak isteniyorsa… velhasıl bölgesinde lider, dünya devleti olmak istiyorsak bir tek şart vardır, o da;
“Nerede Türk varsa, orada Türkiye olmalıdır…”